Son dönemde giderek daha sık duyulan ve ilk defa Stefan Aust ve Thomas Ammann tarafından dile getirilen bir kavram “dijital diktatörlük”. 2018 yılında Yuval Harari, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda, yakın gelecekte verinin insanoğlu ve yaşam üzerindeki etkilerinin neler olacağı konusundaki görüşlerini aktarırken, veri mülkiyeti düzenlemesiyle bir uçuruma ya da yeni bir evrime gidebileceğimize işaret etmişti.
Çin'de ortaya çıkan ölümcül koronavirüsü salgını sonrası dünyayı nelerin beklediğinin çokça konuşulduğu bugünlerde, pandemi sonrası yeni dünya düzeninin gelip gelmeyeceği konuları gündemi oldukça meşgul ediyor. Kişisel kanaatim ise; George Orwell’in 1984 romanındaki tarzda bir dünyaya yelken açıyoruz. Geçenlerde Belçika devlet televizyonunda (RTBF), Çin hakkında bir belgesel izledim. Belçikalı televizyoncuların Çin’in değişik yerlerinde haftalarca kalması ve araştırma yapmasıyla, bazıları gizli çekimlerle ve kayıtlarla ortaya koydukları bu belgesele ait bana ilginç gelen bazı çarpıcı bilgiler vereyim. Yaklaşık 200 milyon kamera neredeyse tüm ülkeyi sokak sokak izliyor. Tüm bilgiler devletçe merkezi biçimde işleniyor. Sokağa çıkan herkes yüz tanıma teknolojisi ile tespit ediliyor. Hatta kameralar kişileri sadece yüzden değil, arkadan ve sırtından dahi tanımlayabiliyor. Yapay zekâ uygulamaları öyle gelişmiş ki kameralar kişilerin üzgün, sevinçli, kızgın olup olmadığını bile tespit edebiliyor.
Çin’den Vatandaş Puanlaması Uygulaması
Çin hükümetinin yeni başlattığı ve çok önem verdiği bir program olan ve şimdilik bazı bölgelerde pilot uygulaması yapılan vatandaş puanlaması uygulamasının, kısa süre içinde tüm ülkede istisnasız tüm kişilere uygulanması planlanıyormuş. Sistem her vatandaşa bir vatandaşlık puanı veriyor. Örneğin herkese ilk başta 1000 puan veriliyor, devlete karşı negatif her davranışta puan düşülüyor. İyi vatandaş olunursa, örneğin kötü vatandaşlar ihbar edilirse de puan ekleniyor. Puanı belli bir seviyenin altına düşen vatandaş, birtakım kamusal kısıtlamalara tabi tutuluyor. Örneğin, banka kredisi alamıyor veya şehirlerarası uçak bileti almasını sistem engelliyor. Kamuda memur olamıyor.
Çekişmeyi Hangi Yönetimler Kazanacak?
Küresel piyasalardan askeri stratejilere kadar pek çok önemli alanda ve düzeyde, devletler bu dijital diktatörlüğü eline alabilmek için yeni taktikler ve stratejiler oluşturuyor. ABD, Çin ve Rusya gibi bazı büyük oyuncular, dijital-politikte de bu savaşın süper güçleri. Her ne kadar uzmanlaşmış insanlar yetiştirebilen, yazılımlar oluşturabilen ekonomik ya da nüfus olarak daha küçük devletler de belli düzeyde rekabet yeteneği elde edebilse de, reel-politik alanda var olan üstünlükler ve pazar büyüklüğü gibi etkenler, dijital-politik alanda da ana oyuncuları belirleyen faktörler oluyor.
Geçtiğimiz yıllar içerisinde, Çin kendi vatandaşları için ulusal arama motorundan yazışma programına, ulusal sanal alışveriş sitesinden sosyal medya uygulamalarına kadar kontrolü elinde bulundurduğu ve istediği her alanda sansür uygulayabildiği dijital platformlar kurdu ve kurdurdu. Bu platformları kullanmaya zorunlu kalan bir milyara yakın internet kullanıcısına sahip olan ülke nüfusu sayesinde bunu sürdürülebilir kıldı. Üstelik sürdürülebilir olmanın yanı sıra dünya çapında Google, Amazon ve WhatsApp gibi markalarla her açıdan rekabet edebilir güce ulaştırdı. İşte bu noktada büyük nüfuslara, ekonomik hacme ve piyasayı etkileme yeteneğine sahip süper güçler ön plana çıkıyor. Çin, dijital diktatör olma yolunda; akıllardaki soru ise şu: Bu çekişmeyi, birey üzerinde sıkı kontrol sahibi otoriter oyuncular mı, yoksa bireylerine daha fazla güvenen ve kendi iktidarlarını riske sokmasına karşın onları daha özgür bırakan yönetimler mi kazanacak?